Bu Blogda Ara

15 Şubat 2015 Pazar

Arabayla Büyük Balkanlar Gezisi


Planlama

Aslında her şey Galatasaray’ın  Şampiyonlar Ligi maçı ile başladı. 3 kafadar, Kocaeli Değirmendere’de bulunan Mangal Restoran’da buluşup, buzlu rakılarımızın eşliğinde hem maç seyrediyor, hem de laflıyorduk. Bir ara Nepal’e gitme hayalimden bahsettiğimi hatırlıyorum. Güçlü, “Daha dibimizdeki Balkan ülkelerini gidememişiz, sen Nepal'den bahsediyorsun” dedi. Nihat ise “Plan yapılıp, gidilir abi” diye ateşe benzinle gidince, gözünü sevdiğimin yeni rakısının rüzgârını arkasından alan muhabbet, "gideriz tabii" şeklinde sonlandı.

Ertesi sabah, rakıya su yerine soda koymuş olmanın rahatlığıyla, ki soda koyunca rakı ertesi sendromlarınızı minimuma indirirsiniz, günlük mesaimi yaparken, Güçlü’den gelen telefonla, geceki muhabbetin,  ben hariç herkes tarafından ciddiye alındığını anladım. Çünkü ilk cümle, “Abi, güzergâh araştırması yaptın mı?” şeklindeydi. Yapmamıştım, ama yapmamam için bir engel de yoktu. Sonraki günlerde, bol bol araştırma yaptık. Özellikle Gürcan Elbek’in blogu çok yardımcı oldu, ne de olsa biz de kendi arabamızla tüm Balkanları dolaşacaktık. Yolculuk öncesi yapmamız gerekenleri çıkardık:

  •    Yeşil Pasaportlar (Balkanlardaki tüm ülkelerde ilave vize istenmiyor)
  •    Sınır Sigortası (Border Insurance Policy - Sigorta firmaları hazırlıyor)
  •    Yurtdışı Sağlık Sigortası (zorunlu değil ama yaptırmakta fayda var)
  •    Araç periyodik bakımı
  •    Tüm balkan ülkeleri haritalarını kapsayan navigasyon cihazı (Olmazsa olmazı)
  •    Hanımdan izin (Sizi bilemem ama benim izin almam kolay oldu)
  •    Bir miktar para (Her şey dahil 1000-1250 TL arası yeterli olur diye planladık)

Planladığımız yol güzergâhı ise şu şekildeydi:


Tarih
Güzergâh
Konaklama Yeri
KM
13.11.2014
Gölcük-Edirne
Edirne Orduevi
359
14.11.2014
Edirne-Sofya
Hostel Mostel Sofia
572
16.11.2014
Sofya-Üsküp
---
223
16.11.2014
Üsküp- Priştine
Hostel İstanbul
87
17.11.2014
Priştine-Saraybosna
Apartments Town Center
549
19.11.2014
Saraybosna-Belgrad
The Muse Apartment
295
20.11.2014
Belgrad-Bükreş
Swallows Hostel
593
21.11.2014
Bükreş-Varna
Tevi Apartments
269
23.11.2014
Varna-Burgaz
---
129
24.11.2014
Burgaz-Gölcük
Daimi :)
448

Edirne

Planladığımız gibi 13 Kasım tarihinde sabah erkenden yolculuğumuza başladık. Amacımız, Edirne’ye erken varıp, şehrin güzelliklerini gündüz gözüyle görebilmekti. Edirne küçük ama şirin bir şehrimiz. Hani insanın, kısa süreler için çok zevk alacağı ama zaman uzadıkça can sıkıntısının artacağı şehirlerimizden. Ama uzun süre kalmadığımız için yanılıyor da olabilirim. Edirne’nin tarihi miraslarına sahip çıkılmaya çalışılmış ama hala bir Avrupa ülkesi düzeyinde olmadığı da aşikâr. Mimar Sinan’a olan saygımız bir kat daha arttıktan sonra, 3 kafadar için olmazsa olmazımız, şehirlerin gurme zenginliklerini görebilmekti.  40 yaş civarı hafif göbekli adamlardan başka ne beklenebilirdi ki zaten?




Şehirde dolaşırken muhabbet ettiğimiz bir esnaftan, "Buralarda ne, nerede yenir?" sorumuza, "Aydın'da ciğer yiyebilirsiniz abi" cevabını aldık. Ciğercilerin toplu olarak bulunduğu bölgede Aydın Ciğercisi, doluluk anlamında açık ara öndeydi. Dışarıda son masaya oturduk ve Edirne ciğerlerimizi afiyetle yedik. Hani "Nasıl başlarsa, öyle devam eder" derler ya, "İnşallah!" dedik. Çünkü, ciğerler olağanüstüydü.




Bulgaristan'da başlangıçta 2 gün, dönüşte de 2 gün olmak üzere 4 gün kalacağımız için TL karşılığı Leva aldık. Edirne‘de bu şekilde para bozdurabileceğiniz, birçok döviz bürosu var. Ama Sofya’ya gidince orada da birçok döviz bürosunun bulunduğunu, TL alıp Leva verdiklerini ve oranlarının Edirne’ye göre çok daha iyi olduğunu gördük.

Edirne – Sofya Etabı

Gece Edirne’de kaldıktan sonra ertesi sabah erkenden yola koyulduk. 3-4 gün öncesinde hava durumu sadece Bulgaristan civarında hafif yağışlı, seyahat süresince diğer yerler az bulutlu görünürken, Edirne’de hava durumuna baktığımızda yol boyunca bol miktarda yağış göreceğimizi anladık. Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı havanın, tam olarak nereden geldiğini görebilmek için bu bir fırsattı sanırım.

Eşimin, yola çıkarken, “İnşallah ilk sınırdan dönmezsiniz” demesinden mi olsa gerek, ilk sınır geçişimiz olan Bulgaristan sınırına geldiğimizde, hepimizde hafif bir heyecan vardı. Kötü bir yoldan ilerlerken aracımızı durdurdular. Arabaların cama su fışkırtan sistemin benzerini yola döşemişler ve çamurlu yolda arabamızın altını hafiften yıkadılar, sonra vezne gibi bir yere ilerledik ve pasaportlarımızı uzattık ama veznedeki kadın pasaportları değil 3€ istediğini söyledi, araç altı dezenfekte parasıymış. Para kazanmak için ne farklı yollar bulmuşlar diye düşündük. Balkanlar seyahatimiz boyunca hem Sırbistan’dan, hem de Romanya’dan Bulgaristan’a giriş yaptık ve diğer sınırlarında böyle araç altı dezenfektasyonu olayı yok. Yani Türk olarak, kendimizi biraz aşağılanmış hissettik, sanki ülkelerine mikrop bulaştıracakmışız gibi. Ayrıca hiçbir Balkan ülkesinin yollarının Türkiye yollarının yakınından bile geçemeyecek olmasını seyahat boyunca gözlemleyecektik. Neyse, sonraki yerde pasaportlarımızı, araç ruhsatını ve sınır sigortamızı (Border Insurance Policy) istediler, 5 dakika içinde sınırdan geçtik. Pasaport kontrolünden sonra bir vezne daha var yolun kenarında. Oradan da camınıza yapıştırmanız gereken karayolu kullanma pulunu (ismine vinyet diyorlar), 5€ vererek aldık. Bu pulunuz olduğu sürece, Bulgaristan’da otobanlar ücretsiz, zaten otobanları bizim normal yol kıvamında. Polis kontrolünde bu pulu gösteremezseniz, yüklü bir ceza yazıyorlarmış. Fakat bu pulun geçerliliği 1 hafta. Türkiye dönüşünde tekrar almanız gerekebilir.



Aslında, Sofya’ya giderken, Bulgaristan’ın 2. en büyük şehri olan Plovdiv’den geçiyorsunuz. Ama yağmur öyle şiddetli yağıyordu ki, şehrin caddelerinde hızlı bir tur attıktan sonra tuvalet ihtiyacı için bir yer bulmaya çalıştık. Bulgaristan’ın en ünlü restoran zincirlerinden olan Happy Grill'i bulduk ve tuvaletini kullandık. Tuvalette çıplak kadın resimlerinin duvarları süslüyor olması, müşterileri daha çok ailelerden oluşan bu restoranla bir tezat oluştuğunu düşündük ama sonuçta burası Türkiye değildi. Yol genel olarak idare eder şeklinde tabir edilebilir. Otoban diye geçiyor ama bizim bildiğimiz otobanla alakası yok. Yol kenarında bulunan mekan tabelalarının çoğunda Türkçe de var. Yollar o kadar güzel olmasa da manzara oldukça güzel. Özellikle ilkbahar aylarında bu yollar yemyeşil ve harika olurdu. Etrafta, Komünist rejimden kalma birçok eski ve devasa fabrika harabeleri görüyorsunuz.


Sofya

Hava kararmadan Sofya’daydık. Kalma yerini ucuza getirmek için tüm seyahat boyunca hostellerde kalma niyetindeydik. Tüm yer rezervasyonları için www.booking.com sitesini kullandık. Nitekim ilk kalma yerimiz, Sofya’nın en merkezi yerlerine çok yakın mesafede olan Hostel Mostel Sofia idi. Arabamızı, 2 günlük 10€ ücret karşılığı 200m ilerideki ücretli park yerine bıraktık. Vardığımız şehirlerde, şehir içinde hiçbir zaman aracımız kullanmadık. Genellikle yürüdük veya zorunlu hallerde taksi kullandık. Hostel Mostel Sofia personeli bize yan apartmana götürdü ve mutfağı, geniş salonu olan bir daireye yerleştirdi. Beklentimiz daha düşük olduğu için, buradan gerçekten çok memnun kaldık. Sofya seyahatlerinizde değerlendirebilirsiniz. Tek kötü tarafı, resepsiyon, genel salon ve mutfağın tek bir büyük odadan oluşuyor olması. Buraya girdiğinizde keskin ve bizce çok kötü bir yemek kokusu etrafı sarıyor. Akşam yemeği ve kahvaltıyı, ikisi beraber çok uygun bir fiyata veriyorlar. İlgilenmediğimiz için tam olarak hatırlamasam bile, kahvaltı + akşam yemeği 7€ gibi bir fiyattı. Ama yemekleri ucuza getirmek için büyük ihtimalle domuz eti kullandıklarından, salonun kokusu gerçekten kötüydü. Neyse ki bizim yerimiz, bu salonun bulunduğu binadan farklı bir binadaydı.

Sofya gerçekten güzel ve güvenli bir şehir. Avrupa Birliğine girmeden önce bu kadar güvenli değilmiş. Hatta eminim hepimiz, Almancı tanıdıklarımızdan Bulgaristan anılarını dinlemişizdir. İnternet araştırmamız esnasında, www.tripadvisor.com sitesinde ücretsiz şehir turuna katılmamızı öneriyorlardı. Ertesi günü kalktıktan sonra, yaklaşık 1 km uzaklıktaki Sofya’nın en ünlü ve merkezi caddesi olan Vitoşa Bulvarına giderek, güzel bir kahvaltı yaptık. En lüks mekânların bulunduğu bu caddede bile fiyatlar Türkiye’ye göre daha uygun. Kahvaltı sonrası yaklaşık 50 kişilik bir grubun toplandığı ücretsiz şehir turu buluşma noktasına gittik. 2 rehber arkadaş, grubu 2’ye bölüp paylaştılar. Bizim rehberimiz Alex idi. Bu rehberler, gönüllü olarak bu işi yapan üniversiteli gençlerdi. Hem ülkelerine hizmet ediyorlar, hem de yabancı dil konusunda pratik yapma imkânı buluyorlardı. Tura katılanlar her yaştan ve her gelir grubundan olduğu için, tur sonunda talep etmemesine karşın, Bulgaristan için hiç te fena sayılmayacak bahşiş aldı (2 saat için 100€ civarı). Tur önerildiği kadar güzelmiş, İngilizce olan bu tura katılmanızı kesinlikle öneririm. Alex, tur boyunca çeşitli sorular soracağını ve doğru bilenlere şeker vereceğini söyledi. İlk 2 soruyu ben bilince, grup içinde birden sivrildim. Sonraki sorularda diğer arkadaşların da şeker almasına fırsat verdim. Dersime iyi çalıştığım için Sofya’nın nüfusu kaç olabilir benzeri sorulara cevap verdim. Anlam veremediğim yaklaşık 25 kişilik grubumuzda hemen herkes Avrupa ülkelerinden gelmiş olmasına rağmen, geldikleri şehirle ilgili fazla bir araştırma içine girmemiş olmamalarıydı. 









Sofya’da kaldığımız 2 gece boyunca şehrin renkli bir gece hayatı olduğunu gördük. Ama Roma’dan da tecrübe ettiğime göre Irish Pub’lar eğlencenin en güzel olduğu mekânlar. Ayrıca Zagorska gibi yerel biralar oldukça güzel. İlk gün akşamı Vitoşa Bulvarında bulunan Raffy Bar’da yemek yedik. Hem yemekler, hem de ortam gerçekten harikaydı. İkinci gün gecesinde rehberimiz Alex’in de önerisiyle yöresel tatlar için Izbate Tavern’de yedik. Fiyatlar pahalı ve yemekler o kadar güzel değildi. İlk gece J.J.Murphy’s Irish Pub’a, ikinci gece ise McCarthy's Irish Pub'a takıldık. Her iki mekanda canlı müzik vardı, eğlencesi çok güzel ve kalabalıktı.



Sofya  - Üsküp Etabı

Ertesi günü, yani 16 Kasım 2014 günü sabah erkenden yola çıktık. Planlama yaparken yollarda ortalama hızınızın 60km/saat civarı olacağı gerçeğini göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim. Gündüzleri yolculuk yaptığımız için seyahatimizin büyük bölümü yollarda geçti maalesef. Sofya – Üsküp yolu, bol dağ tırmanma ve doğal olarak virajların olduğu, tek gidiş tek geliş bir yol (bizdeki karşılığı asfalt köy yolu). Burada yol kenarında pek fazla aşina olmadığımız bir trafik levhasına rastladık. Üçgen levha içinde siyah yuvarlak. Havanın da soğuk ve yağışlı olması nedeniyle, araç içi çakmaklıktan çalışan bir termos olmayışının eksikliği hissettik. Bulgaristan’ın Köstendil şehrini çevre yolundan hemen geçtikten sonra bütün Balkan seyahati boyunca gerçekleşen ilk ve tek polis kontrolü için durdurulduk. Yeşil pasaportlarımız geçiş için yeterli oldu, sanırım Bulgaristan – Makedonya sınır polisiydi. Hemen sonra karmaşık yollu sınır kapısına geldik. Sınırda rutin olarak pasaport, ruhsat ve sınır sigortamızı gösterdik ve kolaylıkla geçtik.

Üsküp

Üsküp girişinde, tanıdık markaları görmek (Sütaş, Halkbank, kalebodur vs) bize huzur ve gurur verdi diyebilirim. Şehir merkezinde bir yere park ettikten sonra şehri gezmeye başladık. Şehri Vardar nenri ikiye ayırıyor. Nehrin bir tarafı Müslüman kesim, diğer tarafı Hristiyan. Avrupa Birliği doğal olarak sadece Hristiyan tarafına yatırım yapıyor, yeni ve modern binalar bu tarafta. Ama çok büyük çarşının da olduğu Müslüman tarafı çok daha belirgin bir ruha sahip. Çarşı, bizim kapalı çarşının üstü açık hali gibi. Pazar günü olduğu için çarşının dükkânları genellikle kapalı ve çarşı biraz boştu. Bizim Türkçe konuştuğumuzu duyan esnaf, Türkçe olarak bize yardımcı oldu. Burada Türkçe konuşan birçok insan bulabilirsiniz. Öneri üzerine çarşı içinde bulunan Saraj Restoran'da köfte, ayran (onlar yoğurt diyorlar ve kıvamı yoğurt ile ayran arası), Rodop Salatası (taze domates, salatalık ve üzerine özel bir beyaz peynir rendelenmiş ) yedik. Köftenin lezzeti olağanüstüydü. Türkiye’de böyle lezzetlisini yememiştim desem sanırım abartmamış olurum. 3 kişinin tıka basa doyduğu bu muhteşem yemek için verdiğimiz toplam hesap 840 dinar (60 dinar = 1€), yani 15€’dan az. Etrafta bir sürü “bürekçi” var ama biz tadına bakamadık.







Üsküp’te Osmanlı izlerini her yerde görebilirsiniz. Osmanlı’dan kalma camileri ve Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı taş köprüyü görmeden olmaz. Orada tanıştığımız bir Türk aile, 3 günlüğüne geldiklerini ve 3 günün yetmediğini söylediler. Özellikle nehir üzerinde tekneyle yaptıkları turun olağanüstü olduğunu söylediler. Ama maalesef biz sadece 3-4 saatliğine uğrayabilmiştik. Buraya geleceklere önerimiz, daha fazla süre için planlama yapmaları. Yağışlar nedeniyle Vardar nehri bulanık ve coşkun akıyordu, nehrin kenarında birçok insan balık tutmaya çalışıyordu.







Üsküp’e gelip, Hristiyan tarafında yapılmış olan devasa heykellerden bahsetmemek olmaz. Turist çekmek ve/veya tarihlerine sahip çıkmak için olsa gerek, kendinizi bir bilgisayar oyununun içinde hissettiğiniz bu devasa heykellere büyük paralar yatırdıkları bir gerçek. Hem bu heykellerde, hem de şehrin çeşitli yerlerinde Makedonların büyük komutanı Büyük İskender’i görebilirsiniz. Forumlardan okuduğum kadarıyla, birçok kişinin yapmacık ve kişiliksiz bulduğu bu heykellere benim yaklaşımım o kadar da negatif yönde olmadı. Çok güzel olmayabilirler ama hiç olmamasından daha iyi bence. 1€ karşılığı magnetlerimizi aldığımız alanın yanında slogan ve bayraklarımızdan anladığımız kadarıyla sosyalist ve eşcinsellerden oluşan bir grup gösteri ve konuşmalar yapıyordu. Polis sayısı göstericilerin neredeyse 2 katıydı. Bu bize bir ülkeyi hatırlattı ama tam olarak çıkaramadık.







Üsküp – Priştine Etabı

Oldukça kısa bir mesafe ve yolun Makedonya tarafı yine virajlı fakat Kosova tarafı genel olarak düz ve virajsız diyebilirim. Sınır kapısında pasaport, araç ruhsatı istediler, sınır sigortasını ise kabul etmiyorlar. Kosova için 30€ verip, aracınız için trafik sigortası yaptırmak zorundasınız. Bu Deli Dumrul parasını verince kolaylıkla sınırdan geçiyorsunuz. Sınırda gümrüğe tabi bir şey var mı diye sordular, bagaja öylesine bakıp, “Türko, merhaba” benzeri laflar edip teşekkür ettiler.  Yol kenarlarında bal kabağı sattıklarını gördük.
Maalesef daha önceden navigasyon cihazımızı test etme imkânımız olmadığı için haritaların düzgün olup olmadığını bilmiyorduk. Nitekim Kosova haritasının hatalı olduğunu sınırdan girer girmez anladık. Kosova’nın bu bölgesi, geniş ve düz ovalardan oluşuyor ama yollar dar ve trafik fazla olduğundan ortalama hızınız ancak 60km/saat olabildi.



Kalma yeri olarak, İstanbul Hostel’i bir gün önceden www.booking.com üzerinden ayarlamıştık. Her ne kadar ilk yaptığımız planlamaya sadık kalmaya çalışsak ta, nerede, ne kadar kalacağımızı bilemediğimiz için, yer rezervasyonlarımızı sadece 1 gün öncesinde yaptık. Burayı seçme nedenlerimiz; ismi, yorumları ve 1 kişilik odaları uygun fiyata vermesiydi. Ama navigasyon olmaması nedeniyle 2 saatte ancak bulabildiğimiz hostelin çok kötü olduğunu vardığımızda anlayacaktık. Hosteli bulmak için Priştineliler de sağ olsunlar çok yardımcı oldular ama adresi bir türlü bulamıyorduk. Sonunda Priştineli iyi İngilizce bilen bir arkadaş bulduk, o da sağ olsun taksici bir arkadaşını aradı ve sonunda hosteli bulduk. Bu noktada, yedek Navigasyon cihazı ve haritalar, seyahatiniz için iyi bir önlem olabilir, çünkü navigasyon cihazı olmadan bu ülkeleri gezmek neredeyse imkânsız.

Priştine

Priştine, çok güzel bir şehir değil, hatta güzergâhımızdaki en kötüsü diyebilirim. Merkezde bir tane geniş ve uzun caddeleri var (Rahibe Teresa caddesi), bütün hareket bu caddenin çevresinde. O gece, milli maçımız olduğu için ona göre gidilebilecek en güzel mekana gittik. Yedik, içtik, biraz da garsonla lafladık. Ülkenin %99’unun olduğu üzere, Arnavut’tu. Burada para birimi olarak Euro kullanılıyor. İş imkanı çok sınırlı olduğu ve AB sınırları içinde olduğu için insanlar genellikle diğer AB ülkesi ülkelere göç ediyorlarmış. Trafikte çok fazla miktarda hurda araç var. Taksiler lüks ve ücretleri oldukça uygun.





Gelelim İstanbul Hostel’e. İşleticisi resepsiyonunda yatıp kalkıyor, ortam çok temiz değil. İstanbul ve Türkiye’yle hiçbir ilgileri yok ve en önemlisi o soğuk kış gününde merkezi ısıtma çalıştırmıyorlar, küçücük birer elektrikli ısıtıcı veriyorlar. Isıtıcının verdiği gürültü, verdiği ısıdan fazla olduğu için gece yarısı buz gibi soğukta bir ara kapatmayı bile düşünüyorsunuz. İsmine kanıp, bu hostelde kalmayın.

Ertesi sabah, kaskatı halde kalktıktan sonra yine Teresa Caddesine gidip, bir gün öncesinde plotladığımız börekçiye gittik. Türkiye’de artık her yerde görebileceğiniz göçmen böreği satıyorlardı. Burada börek yedikten sonra bizdekilerin göçmen böreği olmadığını anladık. Börekler o kadar harikaydı ki; bol kıymalı, incecik ve çıtır çıtır hamurlu. Priştine’ye yönelik daha kötü yorumlar yazmıyorsam, bu böreğin hatırınadır. O kadar yani…


Priştine – Saraybosna Etabı

Normalde, planımız Priştine’den Hırvatistan’ın Dubrovnik şehrine gitmekti. Fakat Priştine’deyken incelediğimiz bloglarda yolların virajlı olduğunu gördük. Bir de tüm gündüz yolculuk yapmak insanı oldukça hırpalıyordu. 1 gün kazanabilmek için yolumuzu bir durak kısaltma kararı aldık. Havanın soğuk ve yağışlı olması da bu kararı almamızda etkili oldu, çünkü Adriyatik sahillerinin tadını almak için güzel hava şartlarının daha uygun olacağını anlamıştık. Yolculuğun çok uzun süreceğini hesap ederek sabah gün ağarmadan yola çıktık diyebilirim. Sonuçta, yolların durumunu biliyorduk. Navigasyon cihazı ve tabelalar farklı telden çalınca 2-3 yerde durup hangi yoldan gitmemiz gerektiğini sorduk, herkes tabelayı takip etmemizi söyledi. Onlara uyduk ve iyi ki de uymuşuz. Bu yol bizi, Balkanların en güzel yoluna götürdü. Uzun kilometreler boyunca gerçek anlamda mükemmel bir otobanda gitme fırsatı bulduk. Hız ortalamamız, otobanda 110-120 km/saat oldu. Bu da, yolculuğumuzu görece kısalttı. Bu yola ulaşmak için, tabelalarda Pej şehri yönünü takip etmelisiniz. Bu otobanı ülkemizin finanse ederek yaptığını öğrendik, gururlandık, çünkü biz bu işi gerçekten iyi yapıyoruz. 






Saraybosna’ya gitmek için en uygun yol olarak Arnavutluk içlerine kadar batıya gidip, sonra kuzeye yönelerek Karadağ üzerinden giden yol olduğuna karar verdik. Prizren şehrini 20 km kadar geçtikten sonra Arnavutluk sınırına geliyorsunuz. Arnavutluk sınırında ekstra bir evrak istemediler, gümrük bile sormadılar, hızlıca geçtik. Ama Arnavutluk öyle dağlık bir arazi ki, otoban olmasa o yollarda gitmek gerçekten çok zor olurdu. Arnavutluk yol kenarında ünlü olduğu üzere kuzu çevirme yeri aradık ama otoban kenarında bulamadık. Bir benzin istasyonu / dinlenme tesisinde durduk.  Arnavutluk’ta bulunmuş bir arkadaşımın yorumu; kara para aklamaya çalışan mafyanın çok lüks yerler yaptırdığı ve fiyatların çok ucuz olduğuydu. Bizim dinlenme istasyonu da gerçekten bu yorumu kanıtlarcasınaydı. 

Olağanüstü manzaralar eşliğinde yolculuğumuza devam ederken içimden, arabayı 250-300 km dışında tüm yol boyunca kullanan Nihat’ın yerinde olmadığıma şükrettim. Yoksa tüm dikkatimi yola vermek zorunda kalacaktım. Biraz bencilce olacak ama mümkünse aracı siz kullanmayın. Bu arada, yolunuz bu civardan geçerse, radyo kanalınızı 95.1’e ayarlayın. Şans eseri bulduğumuz bu kanalda, her türlü Türkçe müziği dinleyebilirsiniz. Her türlü derken abartmıyorum, çalan müzisyenler tam olarak sırasıyla Nilüfer, İzzet Altınmeşe, Sezen Aksu, Mahsun Kırmızıgül, Erkin Koray ve Cem Karaca’ydı!




Tiran’a yaklaşık 50 km kala yol 90 derece açıyla sağa ve sola doğru gidiyor. Sola giden yol Tiran’a sağa giden ise İşkodra'ya gidiyor. Arnavutluk yollarında giden araçların yaklaşık %50’si Mercedes Benz markalıydı. Sanırsınız koca ülkeye Mercedes Benz sponsor olmuş. Ama, özellikle Avrupa ülkelerinde çalınan araçların Arnavut mafyası tarafından çalınarak Arnavutluk’a getirildiği söyleniyor. Kazalı araçlar da buraya getirilip, ucuz iş gücüyle tamir ettiriliyor vs. Çalınan araçlar da genellikle Mercedes Benz olunca, ülke bir Mercedes mezarlığına dönüşmüş. Bu durumun, yollar üzerinde 2 önemli etkisi var. Birincisi, yollar boyunca yüzlerce araç yıkama yeri görecek olmanız. Arnavutlar buna “Lavazh” diyorlar. İkincisi ise trafik terörü. Araçlarının tank gibi olduğunu biliyor olsalar gerek, fütursuzca araç sollamaya çıkıyorlar ve kafayı yiyorsunuz. Çünkü durmasanız, kaza yaparsınız.

İşkodra kalesinin yanından ve şehrin içinden geçerek Karadağ sınırına girdik. 




5 dakikada rutin evraklarla sınırı geçtik. Sınır geçişlerinde artık en küçük heyecan veya acaba sorusu oluşmuyordu, güzergâh boyunca da böyle devam etti. Karadağ’ın başkenti olan Podgorika girişinde çok büyük bir AVM'de yemek / ihtiyaç molası için durduk. Sonuçta Türk olarak, AVM'siz daha ne kadar daha dayanabilirdik ki? Magnet aldık ve yola devam ettik ama nasıl bir yağmur. 5m ileriyi göremiyorsunuz ve yol o kadar dar ki, yolda durmanız da imkansız, aksi halde arkadan gelen araç size çarpabilir. Yaklaşık yarım saat boyunca böyle devam ettikten sonra yağmur dindi ama biz de “Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı hava”nın merkezini bulduk. Evet arkadaşlar, o merkez, Karadağ’ın gerçekten kara dağları. 







Karadağ sınırları içinde olan Pluzine, Pivsko Jezero nehri kenarında küçük ama çok şirin bir yer. Sanki cennetten bir parça. Bu bölgede kamp alanları da var. Pluzine'yi geçtikten sonra nehir kenarından yola devam ediyorsunuz. Sanırım, hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan diyebilirim. 





Nehir, aslında dik ve kayalık vadiden geçiyor. Yol için kayalar oyulmuş ve bu şekilde yaklaşık 200 kadar küçük tünelden geçiyorsunuz. Daha doğrusu 50m tünel 500m açık alan sonra yine 50m tünel şeklinde giden bir yol. Tüneller sanki elle kazılmış gibi ve ışıklandırma yok. Gece yolculuğunu önermediğim bu etapta görece uzun tünellerin üzeri, güneş ışığıyla aydınlanabilmesi için orta yerlerinden delinmiş.





Sonra Bosna Hersek’e girdiğimizi düşündük ama “Welcome to Republic of Srpska” yazıyordu tabela. Dar bir tahta köprüden geçerek sınıra geldik. Rutin evraklarla hemen geçtik ama bizden önce "En son ne zaman birisi bu sınırdan geçmiştir?" diye düşünmeden edemedik. 




Bosna Hersek yolları hem dağlık hem de çok virajlıydı. Karşıdan bir araç gelse, iki araba durarak zor geçebilir. Bu şekilde ilerlerken sağ tarafta bir yol tabelası gördük. Yol daralıyor işaretiydi bu ve biz inanamadık. Ama az sonra gördük ki, yol gerçekten daralıyormuş! (ya da daralabiliyormuş mu demeyelim) Sadece bir arabanın geçebileceği bir patikaya dönüştü bizim ülkeler arası yolumuz! Neyse ki karşıdan bir araç gelmedi, çünkü gelseydi, araçlardan birisinin 1-2 km geri gitmesi gerekirdi. 


Havanın da kararmasıyla, iyice zorlaşan yollarda, gecenin ilerleyen saatlerinde, navigasyon cihazımızın yardımıyla kalacağımız apartman dairesini kolaylıkla bulduk. Priştine’deki İstanbul Hostel macerasından sonra, hostel yerine apartman dairesi kiralamanın daha iyi olacağına karar verdik. Gerçekten de sonraki konaklamalarımızda çok rahat ettik, fiyat olarak ta hemen hemen aynı ve hatta daha uyguna geldi.

Saraybosna

Saraybosna’da kaldığımız daire (Apartments Town Center), şehrin kalbi olan Başçarşı’ya sadece 300-400m uzaklıkta idi. Dairenin penceresinden manzarayı aşağıda görebilirsiniz. "Ben de orada kaldım, fotoğraftaki gibi gök kuşağı yoktu" esprisini düşünmediğinizi umuyorum.


Şehir İstanbul gibi çeşitli tepeler barındırıyor. Aslına bakarsanız, Sırbistan'ı da gördükten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki, sanki Sırplar, eski Yugoslavya’nın tüm dağlık arazilerini Bosnalılara vermiş, verimli ovaları ise kendisine saklamış gibi.

İlk izlenim olarak, savaş yıllarının etkisini kısa sürede üzerinden atmışa benziyor. Tabii ki şehirde yaşayan insanların, bu kadar süre içinde, travmalardan kurtulmaları beklenemez. Gerçekten çok büyük acılar çektiklerini zamanla anlayabiliyorsunuz. Oradayken, çok hüzünlü hikâyeler öğrendik. Özellikle Markale Pazarı, Savaş Tüneli (bazıları Hayat Tüneli ismini vermişler) ve 3 katlı apartmanın orta katında oturan Müslüman Bosnalının evinin makineli tüfeklerle taranırken, diğer katlara hiç mermi isabet ettirilmemesi gibi.





Hemen üstteki fotoğraftaki mermi izlerini görmediyseniz, tekrar bakmanızı öneririm. Saraybosna’da özellikle Başçarşı meydanı ve çevresi çok etkileyici. Burada eski Galatasaraylı futbolcu Hodzic’in yerinde cevapçi yedik. Köftelerin tadı gerçekten unutulmaz. 1 porsiyon bizi kesmedi elbette. Köftenin yanında pide ve kaymak veriyorlar. Kaymak ne alâka demeyin, denedim, gerçekten de çok güzel oluyor. Kaymak, bizim bildiğimiz kaymaktan biraz daha koyu kıvamlı ve tadı çok güzel.



Bunun haricinde, ertesi gün sabah yola çıkmadan önce Boşnak böreği yedik. Türkiye’de her yerde satılan Boşnak böreğinin, gerçek Boşnak böreği olmadığı gerçeğini bir kez daha derinden hissettik. Ne demek istediğimi anlamak için Saraybosna’da yemeniz lazım.





Gezilip görülecek yerler olarak, şehir içindeki 1. Dünya Savaşı anıtı, 2 kez bombalanarak toplamda 105 sivilin katledildiği Markale Pazarı, Savaş Tüneli ve Gazi Hüsrev Bey Medresesi ve Bezistan'ı önerebilirim.











Ayrıca, Bosnalı Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip'in, Saraybosna'yı ziyareti sırasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand ve eşi Sophie'yi öldürerek, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olduğu ''Saraybosna Suikasti''nin gerçekleştiği Latin Köprüsü’nde bir fotoğraf çektirmenizi öneririm.


Saraybosna’da Osmanlı ve Türk izlerini birçok yerde (cami, hamam, çarşı, medrese, köprü vb) görebilirsiniz.




Saraybosna’da bulunduğumuz kısıtlı süre boyunca karşılaştığımız 2 farklı olay, kendimizi şirin bir Anadolu şehrinde hissettirdi. Bunlardan birincisi, Hodzic’in mekanında yediğimiz cevapçiler için hesabı ödemede başımıza geldi. Hesap 32 KM tuttu (2 KM = 1€). Hesabı alan kasiyer genç, 50KM uzattığımızda 2KM’niz varsa 20KM üste veririm dedi. Bu durumla başka hiçbir Avrupa milletinde karşılaşmazsınız. Diğer olay ise, 2. gün sabahı Boşnak börekçisinde karşılaştığımız olay. "Çay var mı?" diye Türkçe olarak sorduk ve cevaben "Var" dediler. Sonra yandaki Türk çayı satan dükkâna söylediler ve yandaki dükkândan bize çay getirdiler. Avrupa ülkelerinde bu şekilde bir esnaf dayanışması görmeniz biraz güç.

Saraybosna – Belgrad Etabı

Saraybosna’nın kuzeyi, güneyine göre çok daha az dağlık ama yolların kalitesi yine oldukça düşük.  Bol virajlı dar yollar, ortalama hız 50-60 km/saat. Hatta o kadar ki, tüm Bosna Hersek boyunca yolların boş olmasına rağmen hız ibremizin 90’a çıkabildiğini hiç görmedim. Etrafın muazzam yeşilliği, et yemeklerinin neden o kadar lezzetli olduğunu açıklıyor. Sırbistan sınırının 30-40 km öncesinde kurulu küçük yerleşim yerleri, nehir kıyısındaki yemyeşil bitki örtüsüyle bizi etkiledi. Drina nehri, Bosna Hersek – Sırbistan sınırını oluşturuyor. 





Sınır geçişinde klasik belgelerimizi gösterdikten sonra, kısa sürede geçiş yaptık. Sınırın Sırbistan tarafında hem araçların, hem de evlerin kalitesi arttı. Gelir seviyelerinin çok daha fazla olduğunu ilk anda görebiliyorsunuz. Belki tarıma elverişli arazilerinin bolluğundan, belki de Hristiyan AB’den aldıkları destekler nedeniyle. Ülke, düz ovalardan oluştuğu için hem düz, hem de daha geniş. Yağış bolluğundan her yer doğal çim diyebilirim.

Sırbistan’a girdikten sonra Belgrad’a kadar hiç cami görmedik. Bırakın dağı, herhangi bir tepecik bile görmedik. Yerleşim çok dağınık, yol boyunca yerleşim var. Bu nedenle, hız sınırlarına uymanız durumunda, yolların güzelliğine rağmen 60 km/saat gibi bir ortalamayla gidebiliyorsunuz. Belgrad’a 60km kala otobana giriliyor. Girişte kart alıyorsunuz, çıkışta ödeme yapıyorsunuz. Belgrad’a vardığımızda hava kararmak üzereydi.


Belgrad

Navigasyon sayesinde, bir gün önce  www.booking.com’dan kiraladığımız daireyi (The Muse Apartment) elimizle koymuş gibi bulduk. Zaten merkezi bir yerde. Eğer Belgrad’da kalma durumunuz olursa, The Muse Apartment’ı kesinlikle öneririm. Ev sahibi oldukça ilgili ve sabahleyin istediğiniz saatte güzel kahvaltılık malzemeler getiriyor. Ev son derece modern bir ev, yolculuk boyunca kaldıklarımız arasında en iyisi olduğundan kesinlikle memnun kalırsınız.

Evi teslim aldıktan hemen sonra dışarıya attık kendimizi. Ertesi sabah erkenden yola çıkacağımız için gece saatlerinde önemli yerlerini ezdik ve fotoğraflar çektik. 











Fakat buraya 1 gün kesinlikle yetmez, zaman kısıtından Tuna nehri kenarına bile inemedik. Buranın sokaklarda dolaşan kızlar, tıpkı Bosnalı kızlar gibi oldukça bakımlı ve güzel. Yemek için çok fazla zaman harcamamak adına Yunan döneri olan gyros yedik. Yürümekten yorulunca Skadarlija sokağında canlı müzik yazan bir yere girdik ve çok eğlendik. Bu sokakta birçok yerel restoranlar var ve reklamların yerel dilleri ve İngilizce yanında Türkçe olarak yazması bizi şaşırttı.

Belgrad içinde yeşillik / ağaçlık park alanı olarak çok fazla alan oluşturulmuş / bırakılmış. Maalesef ülkemizde çok fazla bulamadığımız bu anlayış ile inşa edilen şehirlerde dolaşmak çok daha güzel. Bazı ülkelerde çok az kalan ağaçlık alanları yok edip yerlerine AVM inşa ediyorlarmış.

Belgrad – Bükreş Etabı

Yaklaşık 620 km mesafe ile yolculuğumuzun en uzun yolu. İlk 160 km civarı otobandan gittik. Otoban, bildiğimiz otobanlardan olduğundan rahat 120 km hız yapabiliyorsunuz. Otoban için 490 Dinar verdik (1€ = 120 Dinar). Karadağ ve Bosna Hersek'ten farklı olarak tünellerde ışıklandırma var ve içleri betonarme. Yol üzerinde, güney Sırbistan’dan farklı olarak dağlık bölgeler var. Ama yollar yine de oldukça güzel. 1 gidiş, 1 geliş, bazı yerlerde 2 gidiş 1 geliş. Bu yol boyunca 2-3 saatliğine arabayı ben kullandım. Tüm diğer yolculuk boyunca manzaranın keyfini çıkarttım.

Belgrad’tan çıktıktan sonra Niş yönüne doğru gittik, Paracin’den saparak Zajecar ve sonrasında Bulgaristan sınırına girdik, Vidin üzerinden Romanya sınırına girdik. Rutin belgeler ile sınır geçişlerimiz 5 dakikayı geçmedi. Bulgaristan – Romanya sınırını Tuna nehri belirliyor ve sınır için büyük köprü üzerinden Romanya tarafına geçtiğinizde 3€ köprü ücreti ödüyorsunuz.  Ayrıca Bulgaristan’a ilk girişimizde yaptırdığımız yol vergisini (vignette) soruyorlar, yoksa ceza ödeme durumunuz olabilirmiş. Romanya’nın yolları genel olarak fena değil ama bizim bölünmüş yollarla arasında hala bariz fark var. Bükreş’e vardığımızda klasik olduğu üzere hava kararmaya yakındı. 





Bükreş

Bükreş’in merkezindeki Oldtown bölgesine 2-3 km uzaklıktaki hostelimizi (Swallows Hostel) bulmak kolay oldu. 35’lerinde bir çiftin işlettiği bu hostel oldukça şirin. Biz içinde 3 ayrı yatağın ve kendisine özel banyo / tuvaletin olduğu büyükçe bir odayı tuttuk. Hostel sahipleri hem çok güler yüzlü, hem de çok yardımseverler. Yer olarak belki süper değil ama işletme açısından süper. Hostelin dışında ve bazen içinde dolaşan devasa köpek (Ruby’e buradan selamlar) ilk başta bizi korkutsa da, sonradan çok cana yakın olduğunu görmüştük. Bizim Sivas Kangal’ı daha irisi. Romanya’nın yerel köpek cinsi olan Karpatian Sheep Dog cinsiymiş ve evdeki diğer hayvanlar olan kedi ve tavukla da kanki.

Çavuşesku’nun yaptırdığı devasa ve çirkin meclis binasının çevresinde fotoğraf çekmeyi ihmal edemezdik. 




 Merkezi yerlerine yakın bir yerde (Oldtown civarı) Atatürk’ümüzün heykeli ile karşılaşmak bizi sevindirdi ve gururlandırdı. 


Bükreş, gerçekten çok hoş bir şehir. 2 gün kalmış olmamıza rağmen, yeterli olduğunu söylemek gerçekten zor.












Oldtown bölgesinin gece hayatı olağanüstüydü. Bir sürü sokaklardan oluşan barlar sokağı yapısında. Ne tarz müzik ve eğlence isterseniz, rahatlıkla bu bölgede bulabilirsiniz. Hafta içi günü olmasına rağmen, diğer ülkelerin aksine barlar genellikle doluydu. Ayakta zor yer bulabileceğiniz bir barda biralarımızı yudumladık.

Gece sonunda, alkolün ve soğuğun da etkisiyle, hostelimize taksiyle döndük. Güçlü kardeşimin, çat pat ingilizce bilen taksi şoförüne “Your road must be open” (yolun açık olsun demeye çalışıyormuş!) demesiyle Bükreş’teki ikinci ve son gecemiz son buldu.

Bu arada, taksilerin km başına aldıkları ücret hemen hemen her taksinin üzerinde yazıyor. Taksi ücretleri arasında 2-3 kat fark olduğu için ister istemez bu fiyatlara bakmanız gerekiyor. Bizim gördüğümüz en uygunları 1,39 lei/km idi. Bazı taksiler üzerinde 3,5 lei/km yazan bile vardı. Hostelden merkeze giderken 20 lei verdiğimiz yola, olayı anlayıp akıllandıktan sonra dönüşte sadece 6 lei verdik.


Bükreş – Varna Etabı

Güzel manzaralar eşliğinde 1 gidiş – 1 geliş yollarda ilerledik. Sınırda ekstra bir şey istenmediğinden kısa sürede geçiş yaptık. Yolun Bulgaristan tarafı da fena değildi. Burada Türkiye – Bulgaristan sınırında karşılaştığımız araç altı dezenfektasyon uygulamasıyla karşılaşmadık! Bu durumdan doğal olarak alındık ve sinirlendik.




Varna

Öğleden sonra Varna’ya geldiğimizde tatsız bir olay ile karşılaştık. www.booking.com üzerinden bir gün önce yaptığımız rezervasyon işi maalesef olmadı. Ev sahibine ulaştığımızda, evi 1 gün önce Türklere kiraladığını söyledi ve kiralayanların bizim olduğumuzu düşünüyordu. www.booking.com’a gerekli şikâyetlerimizi yaptıktan sonra Mall of Varna’ya gittik (AVM'siz olmaz) ve yeni bir daire rezervasyonu yaptık (Tevi Apartments). Bu apartman dairesi 2 oda 1 salona sahip modern bir daireydi ve en küçük bir olumsuzlukla karşılaşmadık. Tam şehir merkezinde olmasa bile bu modern apartman dairesini rahatlıkla tavsiye edebiliriz. İlk kiraladığımız daire 30€ iken bu ikincisini 42€’ya kiraladık. Yarım saat kadar sonra www.booking.com’dan aradılar ve bu durum için özür dilediler. Hatta 12€’luk farkı kredi kartına geri yükleyeceklerini söylediler.

Yolculuğun yorgunluklarını tam olarak hissetmeye başladığımızdan olsa gerek, bu defa kiraladığımız apartmanda daha fazla zaman harcadık. Apartmanda iken olan 5,6 şiddetindeki depremi oldukça hissettik. Gölcük’ten geldiğimiz için alışkındık ama “burada da mı?” demekten kendimizi alıkoyamadık.

Ben ve Nihat, daha önceden kısa süreli de olsa bu şehri görmüştük. Normalde son derece canlı sokaklara sahip bir şehirdir ama bizim bulunduğumuz sürede tüm Varna şehir merkezi inşaat alanı şeklindeydi. Ama yine de hâlâ güzel bir şehir.

Ertesi günü şehrin gezilecek yerlerinde tur attık, fotoğraflar çektik. Günlerden cumartesi olmasına rağmen şehir merkezi inşaat ve soğuk nedeniyle olsa gerek oldukça boştu.









Varna – Burgaz Etabı

Bir sonraki gün kalktıktan sonra, ev sahiplerine anahtarları teslim ederek Burgaz’a doğru yola çıktık. Yollar güzel ve mesafe kısaydı.



Burgaz

Burgaz’da toplamda 2-3 saat kaldık. Şehir merkezinde bir yürüyüş yaptıktan sonra güzel bir kahvaltı yaptık. En modern yerlerinden birinde yaptığımız bu kahvaltı bile Türkiye şartlarına göre oldukça uygundu.

Yaklaşık 4 km uzunluğundaki olağanüstü sahili ise yaz aylarında güneye inmektense buralara gelmenin daha mantıklı olabileceği duygusunu oluşturdu. Ve sanırım bu olasılık kısa zamanda gerçekleşecek.






Burgaz – Gölcük Etabı

Oldukça uzun bir yol. Bulgaristan tarafı klâsik dar yol. Türkiye’den çıkışta Kapıkule sınır kapımızı kullanmıştık ama dönüşte Demirköy sınır kapısından girdik. Gümrük memuru Bulgaristan’dan içki vb alıp almadığımızı sordu. Bir iki şişe hediyelik aldığımızı söyledik, arama yapma ihtiyacı duymadı. Otobüsle gelenlerin ise eşyalarını alarak x-ray cihazından geçirmek durumunda kaldıklarını gördük. Tavsiyem, fazla abartmadan 1-2 şişe içki almanız yönünde.


Akşama doğru Gölcük’e vardığımızda bu güzel yolculuğu kazasız, belasız ve maksimum zevk alarak bitirmenin haklı gururu içindeydik. Yolculuk için ihtiyaç duyacağınız evrakların bazılarına ait fotoğrafları aşağıda görebilirsiniz.





Yol sonu itibariyle aracımıza ait toplam katedilen kilometre, ortalama yakıt tüketimi (l/100km), tüketilen dizel miktarı ve ortalama hız bilgilerini gösteren fotoğrafları aşağıda görebilirsiniz. Kişi başı yaptığımız harcama ise ortalama 1250 TL civarı.





Umarım, faydalı olmuştur, daha da önemlisi Balkanları görebilmek için içinizde bir duygu oluşturabilmişizdir. 
:-)

5 yorum:

  1. Harika bir paylaşım olmuş, elinize sağlık. Ozellikle yol ve sınır gecişleri hakkindaki detay bilgileri cok yararli buldum. Yazinizin basina tatil guzergahinizi iceren bir harita da ekleyebilirseniz sevinirim:) Bir Balkan turu şart oldu artik..

    YanıtlaSil
  2. Haritayı ben de düşünmüştüm ama tam istediğim formatta hazırlayamadım, hazırlar hazırlamaz koyacağım. Yorum için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Balkan ülkelerini araba ile gezmek başlıklı yorumlar içerisinde en güzel anlatım ve görseller diyebilirim. Metin Üstün 12 ağustos 2016 15:25

    YanıtlaSil
  4. Guzel bir paylasim olmus. Belgrad - Bukres rotasi icin, Romanya'ya Bulgaristan'a girmeden direkt Sirbistan-Romanya sinir kapisindan gidilmesi de mumkun. Boylelikle tek kapidan gecilerek, Derdap Milli Parkini, muazzam Tuna kiyilarini ve de Romanya girisindeki Iron Gate bogazini gormek mumkun olabilir.

    YanıtlaSil
  5. Guzel bir paylasim olmus. Belgrad - Bukres rotasi icin, Romanya'ya Bulgaristan'a girmeden direkt Sirbistan-Romanya sinir kapisindan gidilmesi de mumkun. Boylelikle tek kapidan gecilerek, Derdap Milli Parkini, muazzam Tuna kiyilarini ve de Romanya girisindeki Iron Gate bogazini gormek mumkun olabilir.

    YanıtlaSil